Zombi Rehberi


Eğlencelik bir kurgu yazı hazırlamıştım şimdi yayınlıyım.

Her geçen gün yaşanan yeni zombi vakalarından sonra siz değerli aklı selim insanlar için bir zombi rehberi yazmak istedim. Öncelikle zombi nedir tanımını yapalım.

Zombi : İnsanın kendine yakışanı giymesidir. X

Yanlış bir tanım, zombilerin moda anlayışı çok sınırlıdır bu yüzden kendilerine yakışanı giyemezler.

Zombi : Ölmüş sonra beyinsiz olarak tekrardan canlanmış mahlukat.

Zombiler bir şekilde öldükten sonra tekrardan canlanırlar, çok düşük ya da hiç zekaları yoktur

Genelde yukarıdaki gibi ağzı burnu dağılmış, tipsiz, çirkin yaratıklardır. Bir salgın sonucu ortaya çıkmışlarsa insanların ve haliyle zombilerin çok bulunduğu mekanlardan uzak durmak faydalı olacaktır. Çünkü illa bir yerlerden bir insan çıkıp kendisinin sağlıklı olduğunu söyler ve tam sizinle sevişicekken zombiye dönüşüp sizi yemeye başlar. Belki istediğiniz tam olarak budur ama farklı bir şekilde olmasını tercih edeceğinizden eminim.

Evet, şehirlerden uzak durmalısınız. Her ne kadar yiyecek, içecek ve cephane gibi bazı ihtiyaçları karşılamak için şehire gitmeniz gerekse bile tercihiniz büyük şehirlerden ziyada küçük kasabalar, ilçeler ya da mahalleler olsun. Oralara nasıl gideceğiniz sorusuna gelirsek bu üç duruma göre yanıtlanabilir.

1- Zaten oradasınızdır.
2- Şehirde zombilerin az olduğu bir yerde ya da güvenli bir noktadasınızdır.
3- Şehirde etrafınız zombiler tarafından sarılmış ve bir yerde kapalı kalmışsınızdır.

1. durumda zorlanmazsanız. Evinizden çıkın ve arabanıza atlayıp gidin. 2. durumda dikkatli bir şekilde elinizde büyük sopalar ya da silahlarla evinizden çıkın ve en yakında ki arabayı alıp kaçın, büyük olması daha iyidir ama daha çok benzine ihtiyaç duyacağınızı unutmayın. 3. durumda büyük ihtimal kurtuluş şansınız azdır, şaşırtmaca yaparak kaçmaya çalışın ve yakında ki en büyük araca ulaşın ya da denerken ölün.

İhtiyaçlarınızı giderdikten sonra etrafı kapalı bir mağaraya ya da güvenli sağlam bir merkeze yerleşin ve açlıktan tekrardan ölmelerini bekleyin. Her ne kadar onlar zaten birer ölü olsalar aslında canlanmış ölülerdir ve bu yüzden tekrardan öldürülebilirler. Her canlı organizma bir enerji kaynağına ihtiyaç duyacağından ve bu zombiler birer bitki olmadıklarından(fotosentez yok!) bir süre sonra açlıktan ölmeleri muhtemeldir. Ölmezlerse zaten sonunda sizi bulur ve öldürürler ya da savaşıp 5 milyar zombiyi temizlersiniz. Hayal gücü ve yaratıcılıkta sınır sizsiniz.

Belli başlı şeylerden bahsetmeye devam ediyoruz, sırada silahlar var. Çoğu insan yanlış yerde yanlış silahı kullandığı için ölür. Bu gerçek hayatta olabilir bir filmde olabilir farketmez. Silahlarınızı iyi seçin. Karşınızda salak ve muhtemelen yavaş bir yaratık var. Bu yaratığa bıçakla saldırırsanız ısırılma olasılığınız yüksektir. Üstünüze ağzınıza, başınıza kan sıçrar ve sizde hastalık kapabilirsiniz. O halde fazla yaklaşmadan uzaktan işini bitirmelisiniz. Eğer güçlüyseniz demir bir sopayla kafasını ezmeniz onu durduracaktır ama asla birden fazla zombiye tek başınıza saldırmayın arada bir ısırık kapar ve onlara katılabilirsiniz. Küçük kapalı mekanlarda kısa hafif silahlar tercihiniz olmalıdır. Bir FAMAS ya da MP5, kırsaldaysanız G3 veya AK-47 işinizi görür. Bunları nereden bulacağınız size bağlıdır. Zombiler her yerde unutmayın! 😀

Sosyal ilişkiler kriz zamanında çok önemlidir. İnsanlar korktukları zaman tehlikeli olurlar. Yiyecek, silah, cephane ya da cinsel tatmin için size ve ailenize saldırabilirler. Bu yüzden kimseye güvenmeyin. İri bir adam sizi boş bir anınızda alt edip gözünüzün önünde ailenizi katledebilir. İnsanları iyi tanımaya çalışın iyi birisini bulursanız birlikte takılabilirsiniz ama her zaman dikkatli olun. Hata yapan şoka giren kişiler size sorun çıkarabilirler bu yüzden onlardan uzak durun. Mümkün olduğunca insanlara yaklaşmamaya çalışın çünkü ortalıkta düzeni koruyan ordu, polis gibi kuvvetler olmayacaktır. Eğer sistem tamamen çökmüşse bazı çeteler yönetime el atmaya çalışabilir bu yüzden ana yollardan ve ortalık yerlerden seyahat etmeyin ve hep tetikte olun.

Birisi ısırılır ve hastalık kaparsa(bu yolla kaptığını kabul ediyoruz) ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz. Eğer siz kaparsanız yine ne yapmanız gerektiğini biliyorsunuz…

Windows ile Hayat

Linux hakkında yazmıyorum bir süredir. Sebebi hikmeti artık Linux kullanamıyor olmam. Blogumda olabildiğince tecrübelerimi paylaşma yanlısıyım bu yüzden bu sefer Linux maceralarımı değil Windows ile hayatın nasıl olduğundan bahsedeceğim. Linux’u iki yerde kullanıyordum, evimde ve web sitelerimi barındırdığım sunucumda. İki alanda da çeşitli sebeplerle Linux’u terkettikten sonra zaten bildiğim Windows’un kullanmadığım farklı versiyon ve özelliklerini kullanmaya başladım. İlki ofiste kullandığım Windows 7… Kabul etmeliyim ki bir iki kere mavi ekran hatası almış olsamda yaklaşık bir senedir kullandığım Windows 7’den oldukça memnun kaldım. Vista ile aldıkları eleştirileri (kullanmadım) Windows 7 ile çok iyi bertaraf etmişler. Oldukça stabil bir işletim sistemi ve ilk bir aydan sonra bazı özellikleri oldukça hoşunuza gidiyor. Arayüzünün yeniliği sizi korkutsada hızlıca alışıyorsunuz. Performans sorunu hiç yaşamadım, ne bir donma ne bir sürücü sorunu… Tıkır tıkır çalışıyor.

Diğeri geçenlerde kullanmaya başladığım Windows Server. Firmamız bünyesinde epey bir sunucumuz var ama benim kullandıklarımın Windows. Ubuntu ile yaşadıklarımdan sonra bir Windows sunucusunu(sanal pc) de ne kadar sürede kurabileceğimi denedim, oldukça hızlıydı. Sıradan bir kullanıcı olmasada az biraz bilgisayar bilen birisi PHP, IIS bilen birisi rahatça sunucuyu kurup temel ayarları yapabiliyor. Güvenlik, performans bunları bilmiyorum oturup karşılaştıracak fırsatım veya merakım yok. İhtiyaç doğrulsunda birşeylerle uğraşıyoruz. Oturup bu konuda rehber yazacak değilim ama kullanmanın çok rahat olduğunu söyleyebilirim. Sanal bir PC ise zaten VMware Player ile kullanıyorsunuz yok gerçek bir sunucuya bağlanacaksanızda Mremote ile işinizi hallediyorsunuz. Gözünüzün önünde grafiksel arayüzüyle, temel bileşenleriyle hazır bir sunucuyla karşı karşıya kalıyorsunuz.

Belki bu yüzden seviliyor Windows. Kullanımı kolay ve rahat. Lisans sorunu gibi şeyler aklınıza geliyor ama büyük firmalar için bunun çok önemli bir şey olacağını sanmıyorum. Evet herkes bedava, özgür yazılım kullanmak ister ama elinizin altındaki sistemi yönetecek eleman sıkıntısı, o elemanın o sistemle ne kadar vakit geçireceği sorunları ne sürede çözeceği de önemli. Evet Windows sunucuyu daha hızlı ve rahat bir şekilde kurabiliyorum ama bunu daha önce Linux kullandığım için yapabiliyor olabilir miyim? 🙂 Tersi durumda ne olabilir? Windows Sunucu kullanan birisi rahat bir şekilde Linux’a geçebilir mi? Elbette geçebilmelidir ama geçemezse nasıl geçiririz onu düşünmek gerek 🙂

Etkili QA Ekibini Geliştirmek

-Etkili olmayan bir ekibi etkili hale getirmek zordur, etkili bir ekibi daha etkili yapmaksa daha da zordur.
-Ekibinizin nerede ve nasıl etkisiz olduğunu öğrenmek istiyorsanız, kendinizi kandırmayın. Kritik bir inceleme yapıp nerede ne kadar vakit kaybettiğinizi öğrenin, bazı testleri bırakmanızın zamanı mutlaka gelecektir.
-QA ekibinin etkili olması ne demektir? Kritik hataları daha hızlı bulmaları!
-Bu kritik hataları bulmak ve daha etkili olmak için neyin kritik olduğuna karar verip ona yoğunlaşın.
-Unutmayınki riskli olan kısımlar her zaman değişir, onlara adapte olabilmelisiniz.

Len DiMaggio‘dan alıntıdır.

Bios Sıfırlama


Geçen hafta durduk yerde ekran kartım kafayı yedi ve monitöre bir şey göndermemeye başladı. Yaşadığım duygusal dönemden sonra önce ekran kartını test etmek için ofise götürdüm. Sistem yöneticimiz kartı test makinalarımızdan birinde test etmeme izin verdi ve çalıştığını öğrendim.

Monitörü evdeki diğer bilgisayarıma bağladım ve onun da çalıştını, bir sorunu olmadığını tespit ettim. Ekran kartı, monitör çalışıyor süper o halde sorun anakartta yandıysa ayvayı yedi derken yine sistem yöneticimizden bios’u resetleme önerisini aldım ve işlemi yapmak için öncelikle pinlerin nerede olduğunu araştırmaya başladım. Anakartım oldukça eski olduğundan bir hata yapmak istemiyordum çok şükür asus firmasının destek sitesinde tüm ürünler için kullanım kılavuzları mevcuttu. Ufak bir araştırmadan sonra resimde işaretlediğim sol alt köşede bulunan jumperları elden geçirmeye başladım. Altta ve üstte üçer tane olduğundan hangisinin biosu resetlediğini bilmiyordum az bir araştırmayla aşağıdakiler olduğunu öğrendim ve direkt biosu resetledim. Bunun için 2-3’e takılı olan jumperı ayrı kalan tekliye takmak gerekiyormuş.

Monitörü bilgisayarı söktüğüm salona götürüp sorunun çözülüp çözülmediğini kontrol etmem gerekti. Monitör çalışıyordu kurtulmuştum. Bilgisayarı yerine taşıdım tüm kabloları taktım ve GÜM! Monitör yine açılmaz oldu 😀 Ne kadar kızdığımı bir ben bir de Allah bilir. Bilgisayarla olan tüm muhabbetim o anda kesilebilirdi. Önce ara koridora taşıdım bilgisayarı tekrardan resetledim tekrardan denedim tık yok yine açılmadı. Sonra salona geçtim ve 1-2 denemeden sonra vazgeçmek üzereyken aklıma ekran kartını çıkarıp ondan sonra biosu resetlemek geldi. Sorun her ne ise ekran kartıyla alakalıydı, takılı diğer tüm parçalar sorun çıkarmıyordu ama nedense ekran kartı takılıyken biosu resetleme işe yaramıyordu. Belki bilgi eksikliğim vardır dedim bir de öyle denedim ve işe yaradı. Monitör açılmıştı ve bios bazı ayarların bozuk-eksik olduğunu söylüyordu F2 ye basıp fabrika ayarlarına döndükten sonra tek tek yaptığım her değişiklikten sonra bilgisayarı yeniden başlatıp yerini değiştirdiğimde tekrardan sorun yaşamayacağımdan emin oldum. Sonunda tüm testlerim bittikten sonra lanet makineyi tekrardan kurabildim. 1 günümü yediği için kendisine teşekkür edip tuşlarına sert sert basmaya devam ettim 🙂 Bu yazıyı da benimle aynı sorunu yaşayan arkadaşlar için yazmış oldum.

Sonbahar


Geldi çattı yine yaprakların dökülme, çiçeklerin solma vakti. En sevdiğim mevsim sonbahardır. Ne çok soğuk ne sıcak, rüzgarlı serin bir hava arada sırada yağmur, güneşsiz kapalı günler. İşte benim mevsimim böyledir!

Oldum olası güneşi sevmem, kış güzeldir ama çok çile çektirir bu yüzden hep geride kalır. Oysa sonbahar öyle değil. Serin havada yürüyüşe çıktığınızda rüzgar parmaklarınızın arasından süzülür, hafif irkilirsiniz ve ceketinizi iliklersiniz, yanınızda birisi varsa tam sarılmanın vaktidir birbirinizi ısıtırsınız. Gökyüzüne baktığınızda gözlerinizi korumak zorunda kalmazsınız tüm dünya sizindir.

Kalite Nedir?

Geçenlerde iş çıkışı arkadaşlarla otobüste muhabbet ediyorduk, geyik muhabbetinin ortasında birden “kalite nedir” diye bir soru sordum. Herkes kendince bir cevap verirken söylenenleri değerlendirdim ve aklımın bir ucuna not ettim. Epeydir günlüğümüze uğramadığımdan şöyle ufak bir beyin jimnastiğiyle tozumuzu atalım.

İktisada Giriş dersinde ilk öğrendiğimiz şey insan ihtiyaçlarının sonsuz olduğuydu. İhtiyaçlar sonsuz olduğundan dolayı bu ihtiyacı giderme adına sürekli yeni ürünler geliştirmeliydik. Kaliteyi tanımlarken ilk anahtar kelimemiz ihtiyaçlar olacak, aslında beklentinin de bir çeşit ihtiyaç olduğunu söyleyip kalite olgusunu tamamen ihtiyaca bağlayabiliriz ama burada belirtmek istediğim zaruri ihtiyaçlardır; ürün fikrini, ürün ihtiyacını ortaya çıkaran temel ihtiyaçlardan bahsediyorum. Mesela su içmek için bir bardak veya kaba ihtiyaç duyarız. Suyu içmek temel, ana ihtiyacımızdır. Ondan sonra gelen kullanışlılık, güzel gözükmesi gibi unsurlar kişisel beklentilere göre değişiklik göstermektedir. 30 yıllık bir bilgisayar daha önce bilgisayar görmemiş birisini heyecanlandırabilir ama bilgisayarı aktif bir şekilde kullanan ya da özelliklerini bilebilen birisi daha güçlü bir sistem isteyecektir. Tanımda kullanacağımız ikinci unsura beklenti diyebiliriz.
Kişi bilgi birikimi, dünya görüşüyle birlikte ihtiyacını gidermek için kullanacağı ürünü kafasında tasarlar, belli kıstaslar oluşturur ve onu yorumlar. Herkesin farklı bir beklentisi olabileceğinden bu beklentilere ulaşmaya çalışmak sürekli gelişim ve ürün takibiyle birlikte müşteri analizleri yapmayı gerektirir. Kalite bu çalışmanın sonucu olarak müşterinin beklentisiyle ana ihtiyacının karşılanma oranı ya da miktarıdır. Dünyanın en güzel elması tüm standartlara göre mükemmel olsa da herkese göre kaliteli sayılmak zorunda değildir. Elmas ne bilmeyen bir müşteri için bu taş çok parlıyor, hiç kaliteli değil gibi bir yorum olağan olabilir. Bu yüzden kaliteyi müşteriyi katarak tanımlarken beklentileri de tanımın içine katmakta fayda vardır.
Kaliteyi beklenti ve ihtiyaçların toplamı olarak açıkladık, bu ikisinin bir çember oluşturduğunu düşünelim. Kullanılabilirlik, ham madde, işçilik, tasarım gibi özellikler bu çemberin içini doldurmamızı sağlar. İçini ne kadar doldurabilirsek kullanıcıya uygun daha kaliteli ürünler geliştirebiliriz ama mutlak kalitenin varlığından söz edemeyiz. Bunun sebebi geliştirilen ürünle birlikte kalite beklentisinin de artmasıdır. Siz ne kadar iyi olursanız müşteriniz sizden o kadar daha iyi bir ürün geliştirmenizi bekler. Bu yüzden çember insan ihtiyaçları gibi sürekli genişler. Geliştiriciler olarak asla onun içini tam dolduramayız ama doldurmak için sürekli çalışırız.
Siz üretici, geliştirici firma olarak istediğiniz kadar kaliteli olduğunuzu savunun, projeleriniz düşük maliyetlerle mükemmel sonuçlara imza atsın ama ürünün ismi bile müşterinin hoşuna gitmese geliştirdiğiniz o mükemmel ürüne kalitesiz diyebilir. Onların beklentilerini ve ihtiyaçlarını ne denli karşılayabiliyorsanız kaliteli ürün oluşturmada o kadar başarılısınızdır. Burada beklentiye yoğunlaşma gibi bir yol izlenebilir aslında bu kısmen doğru bir yol gibi gözükse de beklentilerin tamamen doğru sayılması ve esas ihtiyacın göz ardı edilmesi riski tehlikelidir. Bu ürünün başlangıçta pazara girmesini sağlasa da ileriki zamanlarda ihtiyacı karşılamama durumu ortaya çıktığında pazara girdiği gibi hızlı çıkmasına sebep olabilir. İhtiyacı giderebilmek adına müşteriyi müşteriden iyi tanımalı onun ihtiyacını daha o farkına varmadan öğrenmeli ve gidermek için çalışmalara başlamalıyız.
Zor bir iş… kabul etmek gerek. Çok fazla değişkeni olan dinamik bir yapıdan bahsediyoruz. Bize yol gösterecek standartlar orada duruyor. İhtiyaçları olan müşteriler bizi bekliyor. Peki biz ne yapıyoruz? Evet, (umarım)çalışıyoruz.
Devamı gelecek…

Yazılarımız Nerede?

Yazamıyorum ne yapayım? Vaktim yok!!! Bir sürü site ve projeden sorumluyum bir de boş vaktimde işi gücü bırakıp buraya mı bakayım? Bakmak istemediğimden değil ama ne ara bakacağım bilemiyorum. Dolu olmak güzel bir şey, vaktiniz yok, durmadan çalışıyorsunuz… Çalışmadığınız zaman yine çalışıyorsunuz ama bazen kendiniz için, başkaları için çalışmayı unutuyor muyuz arada? Sanırım 🙁 Oysa en sevdiğim şeylerden birisiydi bu. İnsanlara bir şeyler öğretip, yardımcı olmak, inşallah bazı şeyler rayına oturduktan sonra bunlara tekrardan vakit ayırabilirim. Bir bakmışsınız çatır çatır hikayelerimi bitirip yayınlamaya başlamışım ya da teknik konulara tekrardan dalmışım. Ne güzel olurdu ama kısa vadede böyle bir şey yapabilir miyim? Kim bilir?